Fransız Sarayı
İstanbul Beyoğlu’nda, Nuru Ziya sokakta bulunan bir yapı olan Fransız Sarayı, 1535 yılından bugüne Osmanlı ve Fransa ilişkilerinin sembolü gibidir. Aradan geçen 500 yılda, iki ülke arasında bir çok ilişkinin yaşandığı yapı onlarca badire atlatmıştır diplomatik ilişkilerimizde olduğu gibi.
“Fransa krallarının, her ne pahasına olursa olsun vazgeçemeyecekleri iki ittifak ve iki yakınlıkları vardır: biri İsveçliler, diğeri ise Büyük Türk’dür.” Pierre de Bordeilles , Brantome papazı ve senyörü (c. 1538-1614)
Kanuni Sultan Süleyman, Pera bağlarındaki Fransızların davetlerine katılmayı çok severdi. Bu davetlerden oluşan yakınlıkla diplomatik ilişkilerin kurumsallaşması ve ilk elçilik izninin koparılması başarılıyor.
1535 yılında Fransızların ilk yurtdışı temsilciliği, Osmanlı topraklarındaki ilk elçilik oluyor. İlk bina yapılana kadar bir süre farklı yerlerde ikamet edilip ilk binaya geçiliyor. Bu binanın yanına yapılan bir kilise sebebiyle, Kaptanı Derya ile elçilik arasında sorun yaşanıyor. Kaptanı derya kilisenin saraydan görünmesi sebebiyle yıktırılmasını istiyor ve başarıyor. O dönemki elçi persona non grata ilan ediliyor. 1 yıl sonra 1635 yılında çıkan yangında bina da zarar görüyor ve bir süre atıl kalıyor.
Diplomatik kriz çözüldükten sonra, 1721 yılında Pierre Vigne de Vigny adlı mimar varolan binayı da temel alarak yeni bir plan çiziyor. Plan Türk-Fransız mimarisinin harmanlanmasıyla oluşuyor ve 150.000 liraya mal olacağı hesaplanıyor. Ancak Hocası Robert de Cotte bu planı beğenmeyip kendisi 200.000 liraya mal olacak bir plan öneriyor. Fakat maliyetlerin yüksekliğinden dolayı iki plan da uygulanamıyor. 1774-1777 yılları arasında alafranga tarzda bir bina yapılıyor.
İkinci saraydan elimizde son kalan, boş zamanlarında suluboya resim yapan Isveç elçisinin çizdiği bir resim. 2 Ağustos 1831 yılında Pera caddesindeki büyük yangın, İngiltere ve Hollanda sarayları ile birlikte bu binayı da tamamen yok etti. Yangından sonra bir süre 3. Selim hediyesi olan Tarabya’daki yazlık sefarette bir süre vakit geçirdiler. Ancak herkes Pera’dayken, bu kadar uzakta ne kadar kalabilirlerdi?
Yangından sonra geçtikleri Tarabya’daki yazlık sefaret 1913 yılına kadar yazlık sefaret olarak kullanılmaya devam edildi. O yıl çıkan yangında yazlık sefaret de yandı.
1 Mayıs 1829’da temel atılır ve günümüzdeki sarayın yapımına başlanır. Görüntüdeki ilan ile duyurusu yapılır. 10 yıldan fazla bir süre İstanbul’da çalışan mimar Pierre-Leonard Laurecisque’in İstanbul dışında herhangi bir eseri bulunmuyor. Bazılarına göre Saray’ın ihalesini kazanabilmek için ihale fiyatını da fazlasıyla düşük tutmuş olabilir, bu yüzden yapımı bu kadar uzun sürmüş olabilir. 1847’nin sonunda saray ancak tamamlanabiliyor. Arada bir kaç kez de para kalmadığı için de inşaat durduğu zamanlar olmuş.Aynı zamanda hayat Laurecisque için pek çok kötü sürpriz hazırlamıştır. Salgın hastalıklar sebebiyle önce eşini, sonra ise çocuğunu kaybeder bu süreçte.
Sarayın yapımında Malta’dan getirilmiş olan çok uçuk sarı renkli ateşe dayanıklı bir taş kullanılmış. Bir kısmını Yeşilköy’deki taş ocaklarından getirilmiş olma ihtimalleri de var. Bahçeye açılan güney cephe alınlığında Louis-Philippe’in başharfleri LP bulunuyor. Bugün sadece bu cephedeki alınlık duruyor.
1908-1913 restorasyonunda büyük değişiklikler ile ilk mimarın sebep olduğu pek çok hata düzeltildi ve bugünkü görünüme kavuştu. Cephe art nouveau’dan esinlenerek süslendi. Bu restorasyondan sonra büyükelçiler saraya doyamadan, Osmanlı’nın yıkımı gerçekleşti.
Mustafa Kemal Atatürk’ün Türkiye’sinde artık başkent Ankara’ydı ve elçiliklerin o zamanlar bir anadolu kasabası olan Ankara’ya yerleşmesi gerekmekteydi. Elçiliklerin merkezinin İstanbul’da kalmasını ne kadar isteseler de Atatürk başkent algısının zarar görmemesi için isteğinde diretti ve Fransa 1939 yılında Ankara’daki elçiliğine taşındı. Sarayın ihtişamı bir süre sönük kalacaktı.
Bu süreden itibaren Fransız Sarayı, elçinin rezidansı ve IFEA’nın merkezi olarak kullanılmaya başlandı.
1930 yılında IFEA kurulmuştu. Albert Gabriel İstanbul Fransız Arkeoloji Enstitüsü’ nün ilk müdürlüğünü yapmıştı. Kurum 1950-1975 yılları arasında sönük kalmış olsa da, 1975’de kapatılmanın eşiğinden dönerek daimi kadrolarını kurmuş ve adı IFEA(Fransız Anadolu Araştırmaları Enstitüsü) olarak değiştirilmiştir. Bugüne kadar ise pek çok projeye imza atılmış bir kurum olmuştur. Türk-Fransız bilim dünyasının bağlarını daha da sıkılaştırmıştır.
Günümüzde IFEA Tarih, Sanat-Tarihi ve Arkeoloji alanında araştırmacıların kullanımına açıktır. Aynı zamanda şehir dışından gelecek araştırmacılar için konaklama imkanı da bulunmaktadır.
IFEA binası ortak tuvalet banyo, ortak mutfak, bazı odalarda özel tuvalet/banyo, toplantı salonları ve kütüphanesiyle araştırmacılar için çok güzel bir imkan sunmaktadır.
- İstanbul’da bir Fransız Sarayı. Le Palais de France a Istanbul. CASA, JEAN-MICHEL kitabından yararlanılmıştır. *