Fikret Mualla: Sanat ve Melankoli Üzerine Bir Portre
Fikret Mualla cumhuriyet dönemi ressamlarından ve kendi tarzını bulabilmiş müthiş bir ressam olsa da hayatı çoğunlukla sorunlu geçmiş birisi. Picasso’nun hediye ettiği resmi dahi hiç parasına satacak kadar umursamaz bir insan olan Mualla’nın resimler günümüzde oldukça değerli. Fikret Mualla’yı bu kadar değerli yapan ilginç hayatına kısa bir göz atacağım.
Kaynak olarak çoğunlukla Hıfzı Topuz’un eserlerinden faydalandım.
İyi okumalar.
Erken Yaşam ve Aile İlişkileri
Fikret Mualla, 1903 yılında İstanbul’un Moda semtinde, Düyûn-ı Umumiye ikinci müdürü Ekrem Bey ve Nevber Hanım’ın oğlu olarak dünyaya geldi. Babası bir kız çocuğu istediği için, dönemin unisex isimlerinden olan “Mualla” ismini verdi, “Fikret” ismi ise Tevfik Fikret’e duyduğu hayranlıktan geliyordu. Mualla’nın ailesi, sanata ve spora yakın isimlerle doluydu; dayısı Topuz Hikmet lakaplı Ali Hikmet Topuzer, Fenerbahçe Spor Kulübü’nün kurucularından biri ve 1910’da kulübün amblemini çizen kişiydi. Ayrıca “penaltı kralı” olarak bilinen bir futbolcuydu.
Gençlik Yılları: Kaza, Kaybı ve Suçluluk Duygusu
Fikret Mualla, 12 yaşında bir futbol kazasında topal kalınca sevdiği futbolu bırakmak zorunda kaldı. Bu olay, hayatının geri kalanında onun üzerinde büyük bir psikolojik baskı oluşturdu. Galatasaray Lisesi’nde eğitimine devam ederken, İspanyol gribine yakalanarak hastalığı evine bulaştırdı. Aile üyeleri bu hastalıktan kurtulsa da, annesi 35 yaşında hayatını kaybetti. Mualla, annesinin ölümünden kendisini sorumlu tutarak büyük bir suçluluk duygusuna kapıldı. Bu, karakterinde derin izler bıraktı ve hayatı boyunca taşıyacağı bir suçluluk hissiyle yaşamasına neden oldu.
Aile İçi Sorunlar ve Yurt Dışına Gönderilişi
Babasıyla olan ilişkisi, bir kadının babasının hayatına girmesiyle daha da bozuldu. Bu kadının eve gelmesiyle başlayan olaylar, Mualla’nın kadını yumruklayıp kulak zarını patlatmasıyla sonuçlandı. Babası, bu olay sonrası başka bir kadınla evlenmeye karar verdi ancak Mualla, üvey annesiyle de anlaşamadı. Bir kavga sırasında babasını da yumruklayan Mualla, sonunda İsviçre’ye mühendislik eğitimi alması için gönderildi. Fikret Mualla, bu durumu “evden kovulma” olarak yorumladı.
Sanata Yöneliş ve Almanya Yılları
İsviçre’de babasının gönderdiği parayı hızla tüketen Mualla, mühendislik eğitimi yerine resme olan tutkusunu takip etti. Sanata olan ilgisi, onu Almanya’ya yönlendirdi. Burada Arthur Kampf’tan eğitim aldı ve ressamlık kariyerine adım attı. Ancak özel hayatında da büyük hayal kırıklıkları yaşadı. Önce Hale Asaf’a olan aşkı karşılıksız kaldı, ardından bir Alman kadın tarafından fiziksel engeli gerekçe gösterilerek reddedildi. Bu kişisel travmalar, sanatındaki melankoliyi daha da derinleştirdi.
Paris’e Gidiş ve İstanbul’a Dönüş
Almanya’dan Paris’e geçen Fikret Mualla, 1930 yılında İstanbul’a döndü. 1931’de Nazım Hikmet ile tanıştı ve 1932’de Nazım’ın kitabına resimler yaptı. Kısa bir süre Galatasaray Lisesi’nde resim öğretmenliği yaptı, ancak bir akşam lokantada yaşadığı olay hayatını değiştirdi. Garsonlara parası olmadığını ispatlamak için kıyafetlerini çıkarmak zorunda kaldığı bu olay sonrası Galatasaray’dan istifa etti. Öğrendiğine göre zaten kadrolu olma şansı yoktu.
Bir süre Ayvalık Ortaokulu’nda görev yaptı, ancak burada da koşullardan şikayet ederek ayrıldı. Hayatının bu dönemi, sık sık bulunduğu yerden kaçmasıyla geçti.
Atatürk’e Hakaret Suçlaması ve Bakırköy Akıl Hastanesi
Dagutasyon meyhanesinde bir akşam, arkadaşıyla sohbet ederken duvarda asılı olan bir resme bakarak Arthur Kampf’a sövmeye başladı, ancak sarhoşluğu nedeniyle sözleri anlaşılmadı. Casus olduğu şüphesiyle zaten gözlem altında olan Mualla, bu olay bahanesiyle Atatürk’e hakaret suçlamasıyla tutuklandı ve karakolda işkence gördü. Arkadaşları, onun akli dengesinin yerinde olmadığını ileri sürerek Bakırköy Akıl Hastanesi’ne naklettirdi. Bir yıla yakın burada kaldı.
Paris’te Zor Yıllar ve Sanat Hayatı
1939’da Paris’e tekrar dönen Fikret Mualla, sanatını icra etmeye devam etti. Paris’te zengin bir yaşam sürmedi; çoğunlukla resimlerini yok pahasına satarak geçindi. Parası olduğu zamanlarda ise hesapsız harcamalarıyla tanınıyordu. Sanatında hızlı üretim yapmasının arkasında ise pratik bir sebep yatıyordu: Para kazanmak zorundaydı. Bu yüzden çoğunlukla guaj boya kullanırdı, çünkü guaj boya hızlı kuruyordu ve eserlerini çabuk bitirip satmasını sağlıyordu. Ayrıca büyük boyutlu tablolar yerine küçük, hızlı yapılabilecek resimler yapmayı tercih etti. Hiçbir zaman bir atölyesi olmadı; fırçaları ve boyalarını ceketinin ceplerinde taşıdı. Paris’teki yaşamı boyunca polis korkusu ve paranoya ile mücadele etti; bu korku, zaman zaman paranoyak krizlere dönüşüyordu.
Naziler ve İkinci Dünya Savaşı Yılları
Fikret Mualla’nın hayatındaki belki de en ilginç detaylardan biri, Nazilere karşı beslediği sempatiydi. İkinci Dünya Savaşı yıllarında Paris’te kalmış ve Almanca bilgisi sayesinde Almanlarla büyük sorunlar yaşamamıştı. Bu dönem, onun eserlerine de belirli bir yön vermişti.
Son Yıllar ve Ölümü
Fikret Mualla, yaşamının son yıllarında alkolizmle mücadele etti. 1953 ve 1962 yıllarında Paris’te iki kez akıl hastanesine kapatıldı. Hayatının son döneminde Madam Angles adında bir kadının himayesinde yaşadı. Ona olan bağlılığı, hayatının geri kalanında da sürdü. 20 Temmuz 1967’de hayatını kaybeden Fikret Mualla, arkasında renkli ve trajik bir yaşam öyküsü ile sanatını bıraktı.