Ferhangi Denemeler
Tek başıma bi otel odasındayım. Günlerdir ne yapacağımı ne yöne yürüyeceğimi bilmediğim bir haldeyim. Böyle sonuçlanacağını bildiğim bu durumdan daha önce defalarca kaçınmaya çalıştım. Şartlar bu kadar zorlaşmamışken uzaklaşmaya yeniden başlamaya çalıştım. Ancak insan duygularına söz geçiremiyor. Derler ya, umut insana yapay çiçeği sulatır diye. O şekil yürümeye devam ettim aynı yolda. İlerlerken şartlar giderek daha da kötüleşti ve bu noktadayız artık. Manevi olarak daha da yalnızlaşmış, duygusal olarak daha fazla yıpranmış, mental olarak daha kaotik, maddi olarak ise sinirmatik sorunsal.
Ne yapacağımı bilmez halde sonunda bağlanabildiğim otel internetiyle ve gürültülü klima eşliğinde, soğuk odayı ısıtmaya çalıştığım ve zaman zaman, acaba oda yeterince yüksekte mi diye camdan asfaltı kontrol ettiğim odamda. Aklıma kurtarıcı olarak, benim varolmadığım zamanlardan, daldan dala uzanarak gelen bir alışkanlık geliyor. Haldun Taner’den Ferhan Şensoy’a zıplamış yazmanın iyileştiri gücünü bir iki günde bitirdiğim, sahaftan ucuz yollu bulunmuş 92 basımı kitabının da verdiği gazla daha bi ciddiye alıyorum.
Yazar değilim ki ulan ben? Taklit etmeliyim o zaman diyorum, çok da üzerine düşünmeden yüzyüze görmediğim, çok geç varlığından haberdar olup çok erken yokluğunu farkettiğim, çırağı olamadığım, silksen zaten olmamın mümkün olmadığı bok gibi bir herifin tarzını.
Yazar da sonuçta yazarak yazarlığını vuruyor masaya ki benim bu yazma işine bakışım tamamen terapik. Dönüp dönüp okumamaya karar veriyorum artık yazdıklarımı, yazar değilim ki lan ben, bana ne eleştirel bakışından bir bokumtonik okurun. Okuyup okumaman da umrumda değilse, e derdim ne? Yazarak, kırarak, dökerek kelimeleri belki ulaşabilirim düşüncesi pırtlayıveriyor zihnimde.
Ancak yine de sormalı insan kendine her zaman, ne zaman durmam gerektiğini ne bileceğim. Yani ne kadarıyla hasta tedaviye cevap verecek. Bilinemiyor. Ferhangi kelimelerle yazınsamaya devam etmekten başka elden ne gelir?
Bari diyorum daha iyi taklit edeyim de günümü yazıvereyim, maksat fesleğen.
Allah var bugün iyi uyanmıştım, sevgiyeydi ilk açılışı gözlerimin. Salak bir depomin deposu rüyanın gerçeküstülüğünü cılk ettikten sonra herşey olması gerektiği kadar karanlığa gömüldü tekrar. Bir iki zeytinin başına tabi ki yine doymak, otel restoranının dandikiz kahvaltısıyla başka ne mümkün?
Ancak en sinir bozucusu minibarın müslüman olması. Minibarın dini mi olur ulan? Bunun var, fakat radikal değil, gayet liberal bir müslüman ki ülker ve cocacola boykotu namevcut. Dün akşamki açlığı bastırmak konusunda gayet yeterliydi.
Kahvaltı ardından bir çalışma ümidi belirdi içimde sabahın 11i. Nereye gidilmeli bilinmiyor, resepsiyon inatla internet şifresini yanlış vermekte ki odamdaki çalışma masa kuş götü boy. Karar merci olarak kendi götümüze danışılıp bir kahvecide fikir birliği oluşuyor.
Kimseye bulaşmamak konusunda dirayetliyim. Yalnızlık korkumuz varmış aşılmalıymış. Ömrü yalnız geçen insan nasıl korkmasın yalnızlıktan? Çok dert edilinmiyor bu tramvaymatik durumlar ve gidiliyor kısa dalga boy kahveciye.
Oturuluyor bahçe taraf açık hava, illaki sigara içilmeli. Parasızlığın getirdiği tütünsel dönüşüm gereği sarılmış 4 filitresiz cigaramız kahve eşliğinde hiç edilecek. Bırakılması elzem bu meretin ancak nereye bırakılacağı henüz net değil.
Masamız alttan aneydentifayıd fılaying obcekt model ısıtmalı. Çakılıyor çakmağı ve fakat sadece bacak ve diz bölgesinde iş görüyor, gocuk çıkartılamıyor. Eypıl model tabletimiz ceryanlanmış olduğu için önce o çıkartılıyor, eski fotoğraflar deşiliyor.
Usul gereği geçmişe gidilecek, terkedilmek üzere olunan alışkanlık oluşmadan önce neydim lan ben sorusu cevaplanacak. Ancak o da nesidir ki tam olarak aynı noktada bir başka evliliğin bitiş noktasında olunduğu farkediliyor. Demek ki bir zaman döngüsüne sıkışılma durumu var.
Hadi lan beyin, olur mu öyle, o başka bu başka. Daha öncesine gidilemiyor, pis bir huy ki hafıza da zayıf. Ne bok olunduğu hatırlanamıyor. Bir kaç foto çekip çıkartılıyor tozlu aykılaud arşivlerinden, paylaşılıyor.
Akrep yelkovanı didikleye didikleye öğleni geçiyor vakit. Hoş hanımkızlar giriyor bahçekata ve fakat soğuk bulunarak anında kaçılıyor, ki böylesi daha iyi yalnız başa cehennem model yüksek tavan olmasına rağmen klostrofobik ortamda.
Dayanılamıyor ve makedonya kralına ulaşılıyor telefonla. Dürt lan beni kral deniyor, dürt de bir kaç satır yazabileyim. Katır hızıyla yavaştan dünyaya dönülüyor ve fakat bilgisayar hala açılmamış. Mekan değiştirilme emri geliyor makat merkezden. Burası hemoroitvari bir atmosfere sahip olduğundan otel altında bulunan ciks kafeye doğru yola koyulunuyor. Katır artık kağnı çekiyor, daha bir yavaş yavaş varılıyor çok da uzak olmayan ve fakat cikletvari uzatılan mesefadeki ciks kahveye.
Bar güzelleri alışmış hoşbeş kahvemiz yapılıyor. Hayır lan vereceğim parasını zırt pırt yazmayın odaya, zaten hesabım şaştı. Oturuluyor boş masaya ve içeriye tabi ki, buranın bahçe katı esintili.
Gocuk sırtta yük değil artık o sandalyenin derdi. Ufaktan bel ağrım zartlıyor ters hareketlerle, önemsenmiyor oturuluyor vira bismillah.
Makedonya kralı telefonu kapatmamaktan yana, biliyor kapatırsa telefonu kapanabilir bilgisayar ve ulaşılamamazlık durumu oluşabilir. İkna ediliyor kral, 2 saate yakın çalışılabiliyor nihaen.
Odaya çıkılıyor, sigara sarılıyor akşam oluyor, yalnızlık dayanılmaz. Konuşulmalı artık birileriyle makedon kralı hariç.
Dün aranıp izmirde sürttüğü öğrenilen playboy ihtiyarımızın evinde çayını içmekte olduğu öğreniliyor. Hiç yoktan iyidir deyip bir kaç sigara daha sarılıyor, ancak tabaka tabakanevari sokulamıyor cebe. Sarılan sigaralar tütünlerle vedalaşıyor ve giriyor cebe.
Her playboyun bildiği o dandik kahveciye gidiliyor, en risksiz seçenek olan türk kahvesi eşliğinde başlıyor gereksiz ve bir o kadar kafa açan muhabbet. Detaylar hiç yazılmıyor hafızaya, yer işgali.
Kahve ardına sıralanan iki çaydan sonra muhabbet tıkanmadan hemen önce playboyun başka planları varolduğu hatırata geliyor. Ayrılış kararı veriliyor.
Yalnızlık tekrar vuku buluyor ve mide veryansın ediyor. Yemek yenmemiş. Sensör arızası devam ettiği için enerji stoğu bitmeden acıkıldığı hala farkedilemez durumda. Hemen bir restorana çökülüyor, şansa lahana dolması ve işkembe iç ediliyor. Ufalan bütçeden tırsa tırsa ödemesi yapılıyor. Hamallığa heves ediliyor, bira içilebilesi yüksek ancak yeterli para mevcut mu? Bir bira içilse ne boka faydası var? Cayılan fikirle ağır ağır çıkılıyor otele doğru yola.
Cayılan fikir dürtüklemeye devam etse de bulvar uzun, elbet bir noktada vazgeçecek bu fikir. Bulvarın sonunda bir kahveci daha olduğu biliyor, en kötü bir kahve içilebilir dörtte bir fiyatına. Uzun süren yürüyüşten sonra oturuluyor içiliyor kalın kalın filtre edilmiş kahve ve fakat çabuk soğuyangillerden. Yarısı içilemiyor. Soğuk kahve mi olur? Kahve dediğin erzurum çayı misal olmasa dahi uzun süre muhafaza etmeli kendini. Buranın kahveleri çok ahlaksız, iki üç fırttan sonra bozuyorlar kendilerini. Ilık ılık içilen bir kaç fırttan sonra da kalmıyor pek içilesi.
Gece fifty fifty olunca otele dönülüyor.
Biraz depresyon, bol melankoli, bir kaç saçmalama. Sonra karar alınıyor bir yazıya. Yazılıyor siliniyor, en son silinmeyecek halde bir ferhangi yazıya dönüşüyor.